ein BildGÜZEL İZMİR

   
 
  İZMİR TARİHİ

ein Bild

       
    Tarihçe Eski İzmir'in yerleşimi her ne kadar M.Ö. 3000 yılından çok daha geri uzanmaktaysa da yapılan en son kazılarda henüz M.Ö. 3000 yıllarına kadar gidilmiştir.Eski İzmir kenti (Smyrna) bu dönemde körfezin kuzeydoğusunda yer alan ve yüzölçümü yaklaşık yüz dönüm olan bir adacık üzerinde kurulmuştur. İzmir kelimesi eski İon lehçesinde Smurne, Attika (Atina) lehçesinde ise Smryna diye yazılırdı. Ancak Smyrna sözcüğü Yunanca değildir, Ege Bölgesindeki bir çok yerleşim adı gibi Anadolu kökenlidir. M.Ö 2, binin başlarına ait Kayseri Kültece yerleşiminde ele geçen bazı tablet metinlerinde Tismurna adına rastlanmaktadır. Tismurna'daki `ti' bir ön ek olup büyük olasılıkla bir kişi ya da bir yer adını belirtmektedir. Bundan da Hellenler ya da Bayraklı höyüğünü mesken tutanların bu ön eki atıp kente 'Smurna' demişlerdir. Kentin adı olasılıkla M.Ö. 3000 ile M.Ö. 1800 yılları arasında Smurnu olarak anılıyordu. Coğrafyacı gezgin Strabon, bu adın bir Amazon Kraliçesi'nden geldiğini kaydetmiştir.
   

         İzmir'in bilinen en eski limanı, İzmir'in ilk yerleşim bölgesi olan Tepekule adını taşıyan höyüktedir. Yaklaşık 100 dönümlük yarımada üzerinde konumlanan höyükte yaşayan ve denizcilikle uğraşan Helenler için bu yarımada uygundu. Yarımada-liman yerleşimlerinin en güzel örneklerinden birini teşkil eden liman kenti, M.Ö. 4. yüzyılın ikinci yarısına kadar varlığını sürdürdü. Zaman içerisinde Meles ırmağı ve Yamanlar Dağından gelen sellerin taşıdığı miller denizi doldurmuş ve kıyı çizgisi uzaklara çekilirken, kentin en eski limanı ortadan kalkmıştır.

       Pergamon, Efes, Teos, Milet, Priene, Aspendos, Olimpos gibi bir zamanların dünyaca ünlü liman kentleri, limanlarının yok olması ile tarih sahnesinden silinirken; Anadolu'nun en eski yerleşim merkezlerinden biri olan İzmir, 5000 yılı aşan tarihi boyunca liman şehri olma özelliğini hiç yitirmemiştir. İzmir'in bu özelliğini yitirmemesindeki temel neden; yok olmaya yüz tutmuş limanların yerine yenisini inşa etmesini veya geliştirmesini hep bilmiştir.

     M.Ö. II. Yüzyılda, bir liman kenti olan İzmir'de Aioiler ve lonlar yaşamışlar. M.Ö. 8. Yüzyıldan 7. Yüzyılın ortalarına kadar ise Frigya ve Lidyalılar etkilerini göstermişler. Batı uygarlığının ilk anıtsal destanı olan İlyada, İzmir'de Homeros tarafından yaratılmış. Homeros ( M:Ö:750-700 ) çok eskiden bu yana bilinen ve birbirinden ayrı olan üç destanı ; yani Troia Savaşı, Helena'nın kaçırılış ve Akhilleus'un öfkesi adlı üç konuyu biraraya getirerek ölümsüz yapıtını yaratmış.

      İzmir'e M.Ö 600'de Persler'in M.Ö 33'te ise Makedonyalı İskender'in geldiği kaydedilmiş. İskender, İzmir'in söylencesel tarihinde çok önemli bir dönemim başlangıç noktası sayılmış. Smyrna halkının surlar içine sığmaması nedeniyle bugünkü Kadifekale olan Pagos tepesinde yeni bir şehir kuran İskender, rüyasına giren bir bilgeden, buraya kurulacak şehrin halkının çok mutlu olacağı müjdesini almış. Yeni kentin kuruluşu İskender'den daha sonra da sürer.

      Bu arada güçlenmiş olan Bergama Krallığı'nın sınırlarına katılan İzmir, sonra M.Ö. 133 yılında Roma'nın egemenliğine girer. Roma'nın idari bölümlenmesinde İzmir, Asya vilayetinin sınırları içindedir ve bu vilayetin başkenti ise Efes'tir. Bu nedenle İsa'nın Havarisi Aziz Pavlus, ünlü mektubunda İzmirlilere değil, Efeslilere hitap eder. Efes'in gölgesinde kalmış İzmir'in, Roma döneminde hızla geliştiğini görüyoruz. Liman yeniden düzenlenmiş ve en önemlisi ticaretin gelişmesi için Agorada kurulmuştur.

     500 yıl sonra yani Bizans dönemine geldiğimizde İzmir artık Asya'nın birinci kentidir ve Efes'ten önce anılmaktadır. Türkler İzmir'i ilk kez II. Yüzyıl sonlarında Kutalmışoğlu Süleyman Şah komutasında ele geçirirler. 1086'da Çakabey bir donanma kurarak Ege adalarını denetimine alır. Çakabey'in öldürülmesinden sonra liman kenti İzmir Cenevizlilerin, Pagos yani Kadifekale ise Bizanslıların eline geçer.

     14. Yüzyılın başında önce Kadifekale'yi, sonra da kıyı kesimini alarak İzmir'in tümüne egemen olan Aydınoğlu Mehmed Bey, Ege adalarındaki Bizans kalelerini haraca bağlar. 1390 yılında Yıldırım Beyazıt Kadifekale'yi ele geçirir ama Liman kontrolü dışındadır. 15. yüzyılın dışında büyük bir Moğol istilası yaşayan bölgede, son sözü yine Osmanlı söyler.

     1426'dan sonra İzmir'i bir Osmanlı şehri olarak görüyoruz. Tarihçiler Osmanlı döneminde İzmir'de ticaretin geliştiğini kaydederler. Bu dönemde İzmir, Hindistan, Çin, İran ve Anadolu'dan uzun mesafe kervanları ile gelen ürünlerin ve Batı Anadolu'da üretilen tarımsal hammaddenin, Avrupa'ya taşınmasında; Avrupa'dan gelen yüklerin Anadolu'ya iletilmesinde kritik bir rol oynamıştır.

     16. Yüzyıldan sonra İzmir'in bir ihracat merkezi olarak özelliği artar. 1620'de Osmanlı Devletinin pamuk ihracatını yasallaştırması ve buna yönelik pamuk dikim alanlarının genişletilmesi, İzmir'in ticaret merkezi olarak gelişmesini hızlandıran bir faktör olarak göze çarpar. Bu dönemde kent İngiliz, Fransız ve Hollandalı tüccarların gözdesi olur.

     18. ve 19. yüzyıllarda uzun mesafe ticaretinin yerini Gediz, Küçük - Büyük Menderes ve Bakırçay Havzalarından taşınan, Avrupa'nın yeni gelişen sanayi nüfusu ve şehirlerince talep edilen tarım ürünlerinin ticareti alır. 19. yüzyılda, İzmir'in ekonomisi, Avrupa ülkeleri ile sürdürülen ticarete bağlı olarak gelişirken, deniz ticaretini çağa uygun koşullarda gerçekleştirebilmek açısından yeni limana ihtiyaç duyulmuştur. Bu ihtiyacı karşılamak üzere liman inşa imtiyazına sahip olan İngiliz ve Fransızlar Konak-Pasaport arasında 4 km. uzunluğunda ve 1,5 m. derinliğindeki rıhtım, 1200 m. civarındaki mendireği inşa ederek 1875 yılında Pasaport Limanını hizmete sokmuşlardır. Liman yatırımının devamı niteliğindeki

    İzmir-Kasaba ve İzmir Aydın demiryolları da İngiliz ve Fransızlar tarafından inşa edilmişti. Amaç olabildiğince hızlı ve ekonomik şekilde Ege Bölgesi'nin zenginliğini Avrupa'ya taşımaktı. Yerli komisyoncularca Ege Bölgesinden toplanan, ürünler deve kervanları ve demiryolu ağı vasıtası ile İzmir'e gönderilmekteydi. Buradaki ambar ve hanlarda işlenerek, tasniften geçirilen ürünler kısmen ambalajlanarak Pasaport Limanından tüm Avrupa'ya gönderilmekteydi. Kentteki ticari faaliyetler, levantenler olarak nitelendirebileceğimiz Fransız, İtalyan, İngiliz, Rum, Ermeni ve Musevilerden oluşan azınlıklar tarafından yürütülürken; İzmir adeta küçük bir Avrupa'ya benzemekteydi. Ticaret hacmi açısından İstanbul'u dahi sollayan İzmir, Osmanlı'nın en fazla gelir elde ettiği vilayetlerin başında gelmekte; Avrupa'nın da en önemli ticaret merkezlerinden biri olma unvanını elinde bulundurmaktaydı. Kentin bu potansiyelinin farkında olan İngiliz ve Fransızlar İzmir'i takibe almış bulunmaktaydılar. Özellikle İngiliz Konsolosluğu periyodik olarak hazırladığı raporlarla İngiliz Hükümetini İzmir hakkında bilgilendiriyordu.

     19. yüzyıla kadar Avrupa'dan İzmir'e doğru olan tüccar akını, kentin çok uluslu bir yapı oluşturmasına neden olur. Öyle ki, bu çok ulusluluk, İzmir'de Osmanlı'nın bile otoritesini tartışılır hale getirebilmektedir. 19. yüzyılın ikinci yarısında İzmir'in fiziksel görünümünün de değişmeye başladığına tanık oluruz. Yoğun ticari faaliyetler sonucunda ticarethaneler, bürolar, dükkanlar, mağazalar, bankalar, sigorta ve nakliye şirketleri, posta işlemleri, konsoloslar gibi fonksiyonlar oluşmuştu. 1862'de İzmir Ticaret Mahkemesi, 1885'te İzmir Ticaret Odası ve 1891'de İzmir Ticaret Borsası kurulur. Bu yıllarda İzmir'deki 25.000 konut ve işyerlerinde 5260'ı dükkan, 2535'i mağaza, 27'si fabrika, 449'u kahvehane, 66'sı meyhane, 35'i gazino, 27'si lokanta, 143'ü işhanı ve 20'si oteldir.

    Osmanlı Devleti'nde çok uluslu bir ticaret şehri olma özelliğini koruyan İzmir, I. Dünya Savaşı'nın ardından 15 Mayıs 1919'da Yunan Ordularının işgaline uğrar. 

  Mondros Ateşkesi'nin imzalanmasından beri Yunanlılar, İzmir'de yoğun bir propagandaya girişmişlerdi. Bir yandan İzmir ve çevresine yeni Rum göçmenleri yerleştirilirken, diğer yandan Levantenleri de elde etmeye çalışıyorlar ve Yunanistan'dan askeri eşya ve malzeme taşıyorlardı. İzmir'de kurulan "Abluka ve Seyrüsefer Komutanlığı" ve İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan siyasi temsilcilerinin varlığı da, İzmir'in Türkler'in elinden alınacağı kuşkusunu yaratıyordu. Birinci Dünya Savaşı'nın son yıllarında, Akdeniz'den yapılması olası bir saldırıya karşı Aydın'a komutan olarak atanan Nurettin Paşa, Ateşkes'den sonra karargahını İzmir'e taşıdı ve daha sonra İzmir Valisi atandı. Nurettin Paşa, ulusal örgütlerin kurulmasını gerekli görüyordu. Ocak 1919'dan itibaren İzmir'in Yunanlılar'a verileceği haberi artık İzmir basınında bile yer alıyordu.

   Paris Barış Konferansı'nda Venizelos, İzmir ve çevresinde Rum nüfusunun çokluğunu ve tarihi Yunan haklarından söz ederek, buraların Yunanistan'a verilmesini istiyordu. İddiaları A.B.D. ve İtalya tarafından çürütülmüş idi. Fakat İzmir'in İtalyanlar tarafından ele geçirilmesi endişesinde bulunan İngiltere Başbakanı Lloyd George, düşlediği büyük Yunanistan için, İzmir'in Yunanistan'a verilmesini istiyordu. Rumlar, İzmir ve çevresinde Türkler'in Rumları katlettiği uydurma haberleriyle 1919 Ocak'dan itibaren Paris Barış Konferansı'na başvurdular. Diğer yandan Nurettin Paşa'nın görevden alınmasını istiyorlardı. Çünkü Nurettin Paşa'nın İzmir Valisi bulunması kendileri için büyük bir engeldi. Osmanlı Dışişleri ise İzmir'in Yunanistan'a verilmesine İtalyanlar'ın izin vermeyeceği düşüncesindeydi. Padişah, 19 Mart 1919'da İzmir'den gelen İzmir Heyetine güven verici konuşma yapıyordu. Oysa aynı tarihte Paris Barış Konferansı'nda İzmir ve çevresinin Yunanlılar'a verilmesi kararlaştırılıyordu. Osmanlı Hükümeti, Rumlarca, işgale engel olarak görülen Nurettin Paşa'yı 22 Mart'ta görevinden aldı. Limanda bulunan Yunan gemisindeki askerlerin karaya çıkarak olaylar çıkartması karşısında da "Nasihat Heyetleri" aracılığı ile sükunet önerildi. Nurettin Paşa'nın yerine Valiliğe Kambur İzzet ve Kolordu Komutanlığı'na da Ali Nadir Paşa atandı. İzmir milliyetçilerine baskı yapan yeni vali, işgal haberlerini de yalanladı.

    Barış Konferansı'nda İngiltere, Fransa ve A.B.D. nin tarafından isteklerinin dikkate alınmamasına kızan İtalya'nın 24 Nisan'da Konferansı terk etmesinden yararlanan üç büyükler, İzmir'e Yunan askeri çıkartılmasını uygun buldular. 5 Mayıs 1919'da Lloyd George yaptığı açıklamada, İtalyanlar'ın doğudaki tüm davranışlarının kuşku verici olduğunu ve Batı Anadolu'yu her an ele geçirebileceklerini, onları oradan çıkartmanın ise çok güç olacağını belirttikten sonra, Rumlar öldürüldüğü için Yunan askerinin İzmir'i işgaline izin verilmesini ve İtalyanlar Paris'e dönmeden bu sorunun çözülmesini istedi. 6 Mayıs'ta da, İzmir'deki Rumlar'ı korumak için Yunanlılarm İzmir'e 2-3 tümen çıkarmasına izin verilmesini yineledi. Clemenceau ve Wilson da isteği kabul ettiler. Savaşın galibi üç büyük devlet yöneticisi büyük bir tarihi hata işleyerek Türk vatanını haksız entrikalarla, İngiltere'nin çıkarları uğruna Yunanistan'a veriyorlardı.

    7 Mayıs 1919'da İzmir'in işgal edileceğini öğrendi. İngiliz, Fransız, A.B.D. ve Yunan savaş gemileri ise 7 Mayıs'tan itibaren İzmir Limanı'nda toplanmaya başlamışlardı İstanbul'da bulunan Amiral Calthrope 12 Mayıs'ta hazırlıklarını tamamlayıp İstanbul'dan ayrıldı. İngiliz Amirali Calthrope 17'nci Kolordu komutanlığına verdiği notada "Mütarekenin 7'nci
Maddesine göre İzmir istihkamları ile civarındaki arazinin Yunanlılar tarafından işgal edileceğini ve mukavemet olunmaması"nı bildiriyordu.

    Bu nota üzerine telaşa düşen Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa
İstanbulHükümetine vaziyeti bildirerek fikirlerini sordu. Osmanlı Harbiye Nazırı verdiği cevapta: "Amiral Calthrope 'un bu teklifi mütareke şartları icabı olduğundan muvafakat edilmesi tabii olduğu"nu bildiriyordu.  . Amiral Calthrope, 14 Mayıs'ta. Ali Nadir Paşa İzmir ve çevresindeki, askeri birliklere, işgale karşı konulmamasını ve silah ve techizatın müttefik kuvvetlere teslim edilmesi emrini verdi. Aynı gün Foça ve Urla'yı Fransızlar, Kösten Adası'nı İngilizler, Yeni Kale'yi de Yunanlılar işgal ettiler. İtalyanlar 13 Mayıs'ta Kuşadası'na asker çıkarmışlar ve Selçuk'a doğru ilerliyorlardı.

  İzmir Valisi ise İzmir'in işgal edileceği haberini yalanlıyordu.Vali İngilizler'e başvurarak işgalin Yunanlılar tarafından değil, İngilizler tarafından yapılmasını istediyse de, İstanbul'un kayıtsız kalışı karşısında, çaresizlik içinde boyun eğdi
 

   İzmir Valisi ise İzmir'in işgal edileceği haberini yalanlıyordu.Vali İngilizler'e başvurarak işgalin Yunanlılar tarafından değil, İngilizler tarafından yapılmasını istediyse de, İstanbul'un kayıtsız kalışı karşısında, çaresizlik içinde boyun eğdi. İzmir aydınlarının 14 Mayıs gecesi yaptıkları "Maşatlık Mitingi" de etkili olamadı. Yunan işgaline karşı ilk hareket İzmir Türk Ocağı'nda toplanan gençlik kitlesinde görüldü. İşgalden bir gece evvel cephanelik yağma edilerek halk karşı koymağa hazırlandı. izmir kan dökmeden Yunanlılara teslim edilmeyecekti.

 


    Nurdoğan Taçalan'ın 'Ege'de Kurtuluş Savaşı Başlarken' adlı yapıtında görgü tanıklarına dayanak aktardığına göre; İzmir'in işgali, 14 Mayıs'ta İtilaf Devletleri donanması kumandanı Amiral Caltrop tarafından yetkililere bildirildi. Bu haberi duyan yurtseverler aynı gece 'Maşatlık' denilen eski Yahudi mezarlığında toplanarak 'Reddi İlhak' ilkesini kabul etti. Beyanname, Mustafa Necati (genç yaşta ölen Milli Eğitim Bakanı), işadamı Moralızade Halit ve Ragıp Nurettin beyler tarafından hazırlandı. İzmir Müdafaai Hukuku Osmaniye Cemiyeti'nin kurucusu Moralızade Halit ile kardeşlerinin Kordonboyu'ndaki yazıhaneleri, işgal güçlerine karşı verilen mücadelenin odağı gibiydi.

 

 

     Halit Bey'in yazıhanesini 14 Mayıs öğleyin ziyaret edenlerden biri de Gazeteci Hasan Tahsin'di. Halit, kendisinden borç isteyen Hasan Tahsin'e istediği parayı verdi ancak durumundan şüphelendi. Gazetecinin üzerindeki tabancaya el koyan Moralızade Halit Bey, 'ilk kurşunu atmamak' konusunda aldıkları kararı, Hasan Tahsin'e anımsattı. Aynı gece Maşatlık'taki mitinge katılan ünlü gazeteci, evde kendisini bekleyen kız kardeşi Melek'e (Gökmen), 'Evden katiyyen çıkma. Ben gelemezsem, Mr. Van Der Zee (Henrick, İsveç fahri konsolosu, deniz nakliyat şirketi sahibi) gelip seni alacak'' yazılı bir kart gönderdi.

     Nurdoğan Taçalan kitabında, borç para ile yazılı notun, Hasan Tahsin'in 'ilk kurşunu atmakta kararlı olduğunu' gösterdiğini yazıyor. Taçalan, Hasan Tahsin'in borç parayı büyük ihtimalle kız kardeşi için istediğini; ancak tabancasına el konulması üzerine yeni bir silah almak zorunda kaldığını kaydediyor. Kitapta, paranın Melek Hanım'a verilmemesinin bu iddiayı güçlendirdiği yazılıyor.

 

  

     Yunanlılar daha başlangıçtan, geçici bir işgal için değil, kalıcı bir ilhak için Batı Anadolu'yu Ege 'nin her iki yakasında kurulacak Büyük Yunanistan'a katmak ve böylece "Megalo İdea" (Büyük İdeal) yani Hristiyan Bizans İmparatorluğu'nun geçmiş ihtişamının yeniden canlandırılmasına ulaşmak için geldiklerini açığa vurdular. Türk Ulusu'nun içine düştüğü durumdan yararlanan Yunanlılar yüz yıllık ihtiraslarıyla Anadolu'ya, daha ilk günden kan ve ölüm saçarak geliyorlardı. Bazı Yunanlı subayların, "Anadolu'ya gitmeyelim, Anadolu mezarımız olur" uyarılarına rağmen Anadolu macerası bu biçimde başladı. Anadolu gerçekten de mezaları oldu. Fakat bu mezarı kendileri kazdılar, kazma ve küreği ise ellerine İngiltere tutuşturmuştu. Yunanlıların böyle davranmalarının, akıtılan kanların ve üç yıl sürecek savaşın sorumluluğunu başta İngiltere olmak üzere Fransa ve A.B.D. ne ait idi. Eger amaç barış ve güvenliğin sağlanması olsaydı, İzmir'i İtilaf Devletleri askerleri işgal edebilirdi.

     İzmir'in işgali yabancı gazeteler aracılığı ile dünya kamuoyuna duyuruldu. Fransa'nın büyük gazeteleri, "Türkiye'nin parçalanışı", "Türk İmparatorluğu ömrünü doldurdu", "Hasta Adamın cenaze töreni" başlıklı haberler verirken, Batı Anadolu'da Ermeni çıkarlarının bundan sonra ne olacağı tartışılıyordu. Yunan propagandası ile, ilk gün haberlerinde, tam zamanında girişilen işgal ile artık İzmir'de sükunetin hakim olduğu ve Hristiyanların katliamdan kurtarıldığı bildiriliyordu. Amerikan gazeteleri de İzmir'in işgalini duyururken, Türklere Anadolu'da küçük bir bölge bırakılabilir diyor, Amerikan mandasından söz ediyorlardı. Bazı gazetelerde ise "nankör ve samimiyetten yoksun Rum ve Ermeniler için cesur ve namuslu Türkler'in haklarının çiğnendiği ve Türkler'in İzmir'de katledildikleri" haberleri yer alıyordu. Yunanlılar'ın İzmir ve çevresinde yaptıkları katliam kısa süre sonra anlaşılınca, İngiliz Parlamentosu'nda bile ağır eleştirilere yol açtı. İngiliz Genelkurmay Başkanı Wilson, anılarında "Bütün yapılanlar deliliktir, fenalıktır" diyor, Standart Baker isimli İngiliz yazarı ise işgali, "iğrenç bir entrika" olarak değerlendiriyordu.

     İlk günlerin olaylarının yarattığı tepkiler üzerine Venizelos İzmir'e vali olarak eski bir arkadaşı olan Stergiadis'i seçti. Stergiadis 15-16 Mayıs olaylarının sorumlusu olanların askeri mahkemece cezalandırılmasını sağladı ve zarar görenlere tazminat ödeneceğini ilan etti. Türkler'e karşı kışkırtıcı davranışlar yapılmamasını bildirdi. Küçük görevdeki Türk memurlarını yerinde bıraktı. Yerli Rumlar'ın Türkler'e saldırmamaları için önlem almaya başladı. İslam hukukunu iyi bilen ve Türkler'i iyi tanıyan Stergiadis'in amacı, işgale karşı direniş çıkmamasını sağlamaktı. Saldırı ve öldürme olaylarının Türkleri yıldırmayacağını tam tersine ayaklandıracağını çok iyi biliyordu.

       İzmir'in çevresini işgal etmiş olan İtilaf Devletleri'nin donanmalarının koruyuculuğu altında, 15 Mayıs 1919'da Yunan askeri yüzyıllardır Türk olan "Güzel İzmir"e asker çıkardılar. İzmir Rumları Kordon'da Yunan askerini çoşkun sevgi gösterileriyle karşılıyordu. Başpiskopos Hrisostomos gemilerden inen Yunan askerlerini kutsuyor ve karaya çıkan askerler silah çatarak hora tepiyorlardı. Sabah saat 9'da üç Yunan alayı karaya çıkmış bulunuyordu. Saat 10'da Yunan askerleri İzmir'i, Rumlar'ın gösterileri arasında şehri işgal etmek için yürüyüşe geçtiler. Askeri Otelin önüne geldikleri sırada Rumların çılgın sevinç ve alkışlarıyla karşılandılar. Efzun taburları İzmir kışlalarına yaklaşırken bu manzara karşısında heyecanını daha fazla zapt edemeyen “Gazeteci Hasan Tahsin, güzel vatanımızı işgale kalkışan düşmanlara karşı sıktığı ilk kurşunla Kurtuluş Savaşı'nın simgelerinden biri olmuştur. Kurtuluş Savaşı'nın simgesi Hasan Tahsin, İzmir'i işgal eden Yunanlılar'a ilk kurşunu borçla aldığı tabancasıyla atmıştı. Ünlü gazeteci, olaydan önce kardeşine de bir veda mektubu bırakmış Fakat derhal öldürüldü. Başka bir genç ise Yunan bayrağını taşıyan askeri vurdu. Yunan askerleri, bu olay karşısında çevreye yaylım ateşe başladılar. Karşılarında çatışacak silahlı birlik bulunmamasına rağmen yaylım ateş, özellikle askeri kışlada bulunan silahsız Türk askerine karşı yarım saat sürdü. Türk askerlerinin teslim olmasına rağmen Yunanlılar bir süre daha ateşe devam ettiler. Esir alınan çevredeki Türkler toplanarak esir gemisine götürüldüler. Bu sırada otuz kadar Türk Yunanlılar tarafından öldürüldü. Saldırganlıkların çoğunun İzmirli Rumlar'dan gelmesi yabancı gözlemciler tarafından da izleniyordu. Türk asker ve subayları dipçiklenerek, süngülenerek öldürülüyor, üzerlerindeki kıymetli eşyalar zorla alınıyordu. İşgale karşı boyun eğmiş bulunan Ali Nadir Paşa yerde sürüklenerek tekmeleniyordu. Türk subayları "Zito Venizelos" diye bağırmaya zorlanıyor, ağır hakaretlere uğruyorlardı. Bağırmayı reddedenler ise süngüleniyordu. Reddedenlerden Albay Fethi Bey de süngülenerek şehit edildi. Şehrin diğer yerlerinde de olaylar, daha doğrusu yağma, öldürme ve tecavüz olayları başladı. Türkler'e ait evler ve işyerleri Rumlar tarafından yağmalanıyor, canını, malını, namusunu korumak isteyen Türkler öldürülüyordu. Bütün bu olaylar "uygar ulusların temsilcilerinin" gözleri önünde, "uygar devletlerin" izniyle yapılıyordu.

 

ein Bild

   
 
 Lord Curzon'un 18 Nisan 1919 tarihli bildirisinde "Selanik kapılarının 5 mil dışında asayişi sağlayamayan Yunanistan'ın Aydın Vilayeti'nde (İzmir o tarihte Aydın Vilayeti içinde idi.) barış ve güvenlik sağlamakla görevlendirilmesini" uygun görmediğini açıkladığı Yunanlılar ilk gün 400 Türk öldürmüşlerdi. Çevre köy ve kazalardaki olaylarla bir iki gün içinde 5.000 kadar Türk öldürüldü

    Düşmana sıkılan bu ilk kurşun, özgürlük ve bağımsızlığa olan tutkumuzu, onurumuzu, hiçbir güce çiğnetmeyeceğimizi bütün dünyaya göstermiştir.

 

    O günkü gazetelerde en göze çarpan başlık şudur: YUNAN İZMİR''E ÇIKTI, SİLAH BAŞINA!... Bundan sonra bütün Ege bölgesinde Efelerin, Zeybeklerin silaha sarıldığı görülmüştür. Bu zeybekler arasında oldukça büyük yararlıkları bulunan ve Kuvayi Milliye ruhunun doğmasında amil olan efsaneleşmiş büyük isimler vardır. Bir düşünün Yunan''ın İzmir''e çıktığı tarih 1919 yılı 15 Mayıs''ıdır.

    Büyük Millet Meclisi''nin kurulup duruma el koyması, düzenli ordunun yeniden kurulması arasında 1 yıllık bir zaman vardır. İşte bu uzun zaman dilimi içinde Anadolu''da hiçbir güç yokken Ankara''ya varıp işi bitirmek için hazırlanan Yunan birliklerini Ege sahillerinde kıpırdamadan tutanlar bu efeler ve zeybekler olmuştur


   Kuvay-i Milliye, Yunanlıların İzmir'i işgal etmeleri ve Anadolu'da ilerlemeleri üzerine kurulan ve düşmana karşı savaşan kuruluşlardı. Kuvay-i Milliye birlikleri, düzenli ordu kurulana dek, Kurtuluş Savaşında çete ve silahlı savunma kuruluşları olarak büyük yararlılıklar gösterdi. Kuvay-i Milliye adı, önceleri İzmir bölgesinde bulunan ve silahlı direnişçilere verildiği halde sonraları bütün milli hareketi kapsayacak şekilde kullanıldı.

    Kuvay-ı Milliye işgalcilere karşı halkın tepkisi sonucu kurulmuştu. Kuvay-i Milliyenin amacı hiçbir devletin ve milletin egemenliğini kabul etmeyen, milletin kendi bayrağı altında özgür ve bağımsız yaşamasıydı. Bölgesel mahiyeti yanı sıra sivil bir yönetim altında savaşan kişilerden oluşuyordu. İzmir Bölgesinin efeleri, güneydoğu bölgesinin çeteleri Kuvay-i Milliyeciler idi. Milli mücadelenin başında milletçe bir direnme hareketi olarak ortaya çıkmış olan bu bölgesel kuruluşlar, daha sonra TBMM'nin kurulması ile birleştirilmiş ve I. İnönü Savaşı sırasında da bütünü ile birlikte düzenli orduya dönüşmüştür.


        Güzel İzmir 27 ay 24 gün kan ağladı30 Ağustos 1922 öğleden sonra Murat Dağı'nın kuzey eteklerinden İzmir'e doğru kükremiş aslanlar gibi uçmaya başlayan 5.Süvari Kolordusu'nun en uç noktasındaki süvari birlikleri, 8 Eylül günü hava kararırken Sabuncubeli'ne gelmişlerdi. Sık ormanlarla kaplı, dar ve çok kavşaklı olan bu geçidin tenhalarında düşman birlikleri mevzilenmiş olduğu için güneş battıktan sonra Türk süvarileri de atlarından atlayarak mevzilere girmişlerdir. Türk tarihinin en uzun gecelerinden biri olan ve ucunda özgürlük alevi yanan koyu karanlık saatler biterken, 20.Alayın 2.Bölüğünden Keşif Kolu Komutanı Teğmen Enver Bey, Bornava Ovası'nı seyreden sırtları düşmanın terk ettiğini ve 15 km. ötedeki İzmir'i gördüğünü, gerilerdeki komuta kademesine bildiriyordu.

Sabahın ilk dakikaları ile birlikte Türk süvarileri, Sabuncubeli'nin yemyeşil ve nazlı kıvrıntılarına doludizgin atıldılar. Şimdi şafaktan kopup gelen bu süvarilerin içinde olan ve Sarıkışla'ya Türk bayrağını çeken Yüzbaşı Zeki Doğan'ı dinleyelim:(Hava Generali Zeki Doğan'ın anıları, 9 Eylül 1931'de İzmir Hizmet gazetesinde yayımlanmıştır.)

"...Düşman kaçtığı istikameti kan ve ateş içinde bırakıyordu. Bu yüzden 9 Eylül sabahı, İzmir'e doğru açılan bölgeyi 2.Tümenin işgali şarttı. 20.ve diğer Alaylar hemen harekete geçtiler.2.Tümen Karargahı harekatın takibi için Bornava'nın 3 km.doğusunda ve şose kenarında bulunan Tasarruf Mevkii'ne taşındı. Tepeye çıkanca İzmir görünüyordu.

"-İzmir ve deniz..." diye bağırmaktan kendilerini alamıyorlardı. Bu ikiz hemşire mefküresi, güzellik ve çıplaklıklarıydı,

"-Artık geliniz" diyorlardı. İzmir limanında İtilaf Devletlerinin 10 kadar savaş gemisi vardı. Bornova'dan İzmir'e giden kafile uzaktan görünüyordu. Kovalayan ordu, kaçan ordudan önce hedefe varacak gibiydi. Tümen Top Bataryası, Bornova'ya doğru birkaç atış yaptı. Atış başlar başlamaz, evlerin pencerelerine muhtelif milletlere ait bandıralar asılmaya başladı. Birinci ve İkinci Tümen 'in de Bornova'nın kuzeyindeki sırtlardan hareketleri kararlaştırıldı.

20.Alay Bornova sırtlarında, 13.Alay'ın bir kısmı Bornova istikametinde yürüyüşe geçti. Kıtalar ileri gitmekte rekabet ediliyorlardı. Ara sıra Bornova'dan kesik kesik silah sesleri geliyordu. Düşmanın katliama başladığı düşüncesi ile İzmir'e bir an önce girmek istiyorduk. İkinci Tümen Kumandanı Bornova ve İzmir'in işgali emrini verdi. Çünkü zemin müsait, heyecan fazla idi. Verilen emirde:

-20.Alay Bornova'nın batısından 4.Alay Bornova içinden tarayarak, İzmir istikametinde hareket ve diğer kıtalarda 4.Alayı takip edeceklerdi...."



“    En önde dördüncü alay kumandan muavini Şerafettin Bey olduğu halde dördüncü ve yirminci alaylar dam bir intizam dairesinde caddeyi takiben ilerlemekte iken soldan puntadaki un fabrikasından açılan ateşle en önde yaya yürüyen kahraman efrattan üçü şehit ve biri ağır surette mecruh(yaralı) oldu.Fakat artık ateşe ehemmiyet verilmiyordu.Bilâaram yürüyüşe devam edildi.Kıtaatın böyle metin ve cesur suleti karşısında ateş edenler bile gayri kabil mukavemet bir tesire kapılarak ellerindeki silahlarını atıyordu.Türk besaletinin en parlak bir numunesi olan bu yürüyüş ve İzmir’e girişi temaşa edenler nazarında bir harika mahiyetini almıştı.
Tam İzmir’e girerken puntadaki un fabrikasından açılan ateşle şehit olup orada terk edilen ve bilâhare oraya âbideleri yapılan kahraman askerler öyle bir vasi,asılâna ile İzmir medhalinin iki tarafından yatıyorlardı.Sanki başlarını milli mefkûrenin eşiğine koymuş onun ebedi nöbetçileri gibi geriden gelen kıtaata vaz ve tavırları ile İzmir’e girilen noktayı irae ediyorlardı.Onlar İzmir mefkûresinin son şehitleri idi.

ein Bild


  İzmir’in kapısında İzmir için can veren bu muhterem şehidler şunlardır:

1-İkinci fırkanın dördüncü alayının ikinci bölük çavuşu Akşeher’in Mamuretülhamit köyünden Bekir oğlu Mehmet

2-İkinci fırkanın dördüncü alayının ikinci bölük çavuşu Antalya’nın Kızıl Saray köyünden baba İbrahim oğullarından Ömer oğlu Hakkı.
3-İkinci fırkanın dördüncü alayının dördüncü bölüğünden Nevşehir’in İneli Köyünden sağır oğullarından Ahmet oğlu Seyit Ahmet.

Artık İzmir’e girilmişti.En önde Şerafettin Bey olarak adeta bir uç kumandanı gibi yanında emir zabiti mülâzım Hamdi ve dördüncü alaydan mülâzım Ali Rıza Efendiler olduğu halde Kordon boyunu takip edip ilerliyorlardı.Bu küçük müfreze ilerlerken kordondaki binlerce düşman askeri silahlarını kendiliklerinden yerlere atıyordu.

   Pasaport mevkii civarında elinde bomba bulunan bir düşman askerine Şerafettin Bey tarafından elindeki bombayı yere bırakması ihtar edilmiş ve asker,korkusundan dolayı olması pek muhtemel bulunan ani bir hareketle bombayı infilâk ettirmiş ve bu infilâk neticesi Şerafettin Bey yüzünden mecruh(yaralı) olmuş,gerek kendi atı ve gerek yanında bulunan yirminci alayın üçüncü bölüğü kumandanı Yüz Başı Nuri Bey’in atı yaralanmış olduğu halde büyük bir sükûnet ve itidal ile yürüyüşe devam ve hükümet konağına muvasalatla mülâzım Ali Rıza Efendi’ye Hükümet kapısını açtırıp 9/91922 Cumartesi sabahı saat on buçukta Türk nöbetçileri ikame ettirmiştir

 

ein Bild

 

    9 Eylül 1922'de ordumuz İzmir'i almıştır. Atatürk İcra Vekilleri Heyeti Başkanı Rauf (Orbay) Bey'e telgrafta: "Birliklerimiz İzmir doğu sırtlarında düşmanın son direnişini kırdıktan sonra bugün mağlup düşmanla beraber İzmir'imize zaferle girdik. Ben yarın öğleden itibaren İzmir'de bulunacağım"der.

Aynı gün Yunan'ın ateşe verdiği Kasaba'ya (Turgutlu) varıp burayı ve yanan köyleri geçer. Armutlu'ya gelinir. Burada mola verilir Mustafa Kemal koyu bir güneş gözlüğü taktığı için tanınmaz. Orada bulunan bir ihtiyar, koynundan bir resim çıkarır, bir kaç kere önce resme, sonra Mustafa Kemal'e bakar. Mustafa Kemal gözlüğünü alnına doğru kaldırınca ihtiyar daha yakına yanaşır ve daha dikkatli bakar. Birdenbire yüzünün rengi değişir, her yanı titreyerek, "Bu sensin, bu!"diye bağırır. Sonra orada bulunanlara dönerek, haykıra haykıra "Ey ahali koşun, koşun! Bu odur, Kemalimiz geldi!"der demez bütün halk otomobile koşar. Kadın, erkek, çocuk, yaşlı kimi toprağı, kimi tekerlekleri öpüyor, kimi Mustafa Kemal'in boynuna, eline sarılıyor kimi otomobili omuzlarında taşımaya çalışıyordu.


 

            Mustafa Kemal 9 Eylül 1922 Cumartesi günü karargahı ile Belkahve'ye varır. Bir incir ağacının altında Kadifekale'de şanlı bayrağımızın dalgalandığı İzmir'i uzun uzun seyreder. Düşman devletlerin karma donanması körfezdedir. Hava kararıncaya kadar burada kalır. Geceyi geçirmek için Nif (Kemalpaşa)'ya gelinir. Rüşen Eşref Ünaydın anlatır:

"Seni, bir iki basamak merdivenle ilk katına çıkılan, zaten sanırım o ev sadece bir katlı idi, o evin kapısından içeri girişte, başları beyaz örtülerle sımsıkı sarılı köy kadınları karşıladılar. ....Yedi sekiz kadın... Gölgeler gibi çekingendirler. Seni o dar girişte görünce, yerlere doğru eğildiler; sarılıp dizlerinden öptüler; baş örtülerinin ucu ile ayaklarından tozlar aldılar, bir ikisi o tozları gözlerine sürdüler! Ve onların gözlerinden senin ayakkabılarına yaşlar damladı. Sen onları ağır başla selamladın. Onlar senin önünde el bağladılar, yaşlı gözlerle sana uzun uzun baktılar. Bu el bağlayışlar, bu susuşlar sana bir sonsuz minneti ve hayranlığı bin sözden ne kadar daha iyi anlatıyordu."

Atatürk yanında Mareşal Fevzi (Çakmak) Garp Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa Garp Cephesi Kurmay Başkanı Asım (Gündüz) Paşa ve karargahı ile 10 Eylül 1922 günü İzmir'e girmiş burada Fahrettin (Altay) Paşa İle buluşarak doğruca Hükümet Konağına gitmiştir. İzmirliler kurtarıcılarını büyük bir törenle, sevinç ve coşkunlukla karşılamışlardır. İzmir Hükümet Konağı balkonundan, Konak alanını hınca hınç dolduran İzmirlileri, selamlayarak kısa bir konuşma yapar.

"Bu başarı milletindir" der.

 

ein Bild

    Daha sonraları da yapılan her türlü hamleyi ve başarıyı hiç bir zaman kendine değil, canından çok sevdiği milletine mal etti.

Konak Meydanı'na İzmirli Türklerin büyük kurtarıcılarına armağanı olan bir açık otomobil getirirler. Otomobilin her yanı kırmızı beyaz kurdelelerle küçük beyaz güllerle süslenmiştir. Gül bahçesi gibi arabayı beğenerek seyreder. İzmirlilerin inceliğinden duygulanır. Fakat; çiçeklerin arasındaki kuzuyu fark edince, Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey'e dönerek:

"Aman! Çabuk gidin söyleyin; şu kuzuyu kesmesinler..."

Ruşen Eşref Bey anlatır:

"Aşağıya çok hızla koştum. Fakat; kapını önüne varınca gördüm ki beyaz mermere al kanlar yayılmış, vaktinde yetişemediğimi arz için başımı ve ellerimi kaldırıp yukarı sana doğru baktım. Gördüm ki balkondan çekilmişsin şimdi o anı bir daha hatırladıkça, saldırgan ordusunu yok etmiş bir Muzaffer Başkomutanın bir kuzu kanı dökülmesine bakamayacak derecede bir insan yüreği taşır olduğunu hasretle bir daha anıyorum."

 


ein Bild

    Milletimiz, canını feda etmekten kaçınmayarak şahadet mertebesine ulaşan Hasan Tahsin ile bu vatan topraklarının düşman işgalinden kurtarılması, bağımsızlık ve özgürlüğümüzün kazanılması yolunda aziz canlarını feda eden vatan evlatlarını unutmayacaktır.  Hasan Tahsin’i bir kez daha rahmetle anıyorum.” O dakikadan itibaren İzmir halkı kan dökerek direnme hareketine başlamış oldu. Karşı konulmaması emrini alan Türk subay ve erleri kışlalarında insafsızca şehit edildiler. Daha sonra Hükümet Konağı ve diğer resmi daireleri basarak buralardaki memur subay ve erleri türlü eziyetlerle gemilere götürüp günlerce aç bıraktılar. Bunlardan bir kısmını da dipçik vuruşları altında zorla "Yaşasın Venizelos" diye bağırmağa zorladılar. Boyun eğmeyenler derhal şehit edildiler. 17'nci Kolordu Askerlik İşleri Reisi Erkanıharp Miralayı Süleyman Fethi Bey başından çıkarılmak istenen kalpağını eliyle tutarak: "Bağırmam" dedi ve derhal şehit edildi.

 

 


 
.......SEVDİKLERİMİN ŞEHİRİ.......
 
 

ein Bild

Online E-Devlet Hizmetleri
Devletim.com
TC Kimlik No
Vergi Kimlik No
ÖSYM Sonuçları
SSK Hizmet Dökümü
İnternet Vergi Dairesi
Motorlu Taşıtlar Vergisi
Telefon Rehberi
Su Fatura Ödeme
Doğalgaz Fatura Ödeme
ÖSYM Sınav Sonuçları
Devletim.com
ÖSYM Sınav Sonuçları
ÖSS Sonuçları
KPSS Sonuçları
KPDS Sonuçları
LES Sonuçları
TUS Sonuçları
ÜDS Sonuçları
ALS Sonuçları
DGS Sonuçları
Diğer Sınav Sonuçları
ÖSYM Sınav Takvimi
 
Bugün 10464 ziyaretçi (14218 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol